Türk – Yunan ilişkilerinin tarihi seyri. Endişe ve umut arasında yaşamak

Geçtiğimiz yüzyıl boyunca uzun ve karmaşık bir tarihe dayanan ikili ilişkiler, iyi işleyen bağların olduğu dönemler ile aşırı gerilimler arasında gidip geldi. Ancak şimdi sorulan soru, bunun sonunda kırılıp kırılamayacağıdır. Yunanistan ile Türkiye arasındaki ilişki çoğu durumda olduğu gibi -doğru ya da yanlış- tarih tarafından şekilleniyor. Anlaşmazlıkları modern siyasi ve hukuki farklılıklara dayansa da birbirlerine yaklaşımları temelde geçmişe dair algılarla şekilleniyor.

Yunanistan’ın tarihi antik çağlara kadar uzanırken, bizim hikayemiz aslında Roma İmparatorluğu’nun MS 395 yılında bölünmesiyle başlıyor. Ağırlıklı olarak Yunanca konuşan ve Ortodoks Hristiyan olan doğu yarısı – şimdi daha genel olarak Bizans İmparatorluğu olarak biliniyor – Batı Roma İmparatorluğu’nun 5. yüzyıldaki son çöküşünden sonra da varlığını sürdürdü. Ancak 7. yüzyılda İslam’ın ortaya çıkışıyla birlikte giderek toprak kaybetmeye başladı. Orta Asya’dan göç eden Selçuklu Türklerinin İslam dünyasında hakim güç haline gelmesiyle bu durum daha da hızlandı. Bizans İmparatorluğu’nun kalbi olan Anadolu’ya doğru ilerleyen iki ordu, 1071’de Malazgirt’te savaştı. Bu, 13. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan küçük bir grup da dahil olmak üzere, çeşitli Türk boylarının Anadolu’yu fethetmesiyle sonuçlandı.

Osmanlı Türkleri, Bizans İmparatorluğu’ndan geriye kalanların çoğunu hızla fethettiler ve sonunda 1453’te imparatorluk başkenti Konstantinopolis’i ele geçirerek İstanbul adıyla tekrardan inşasına başladılar. Rumlar bundan sonraki üç buçuk asır boyunca Osmanlı Türk idaresi altında yaşayacakken, 19. yüzyılın başlarında işler değişmeye başladı.

TÜRK-YUNAN İLİŞKİLERİNDE İLK AYRIŞMALAR

Batı Avrupa’da modern ulus devletlerin ortaya çıkmasıyla birlikte Yunan ulusal bilinci büyüdü ve Osmanlıya karşı bir isyana yol açtı. 1830’da, Yunanistan’ın Mora Yarımadası merkezli bağımsız bir Yunan Krallığı ortaya çıktı. Yeni devlet, başından itibaren Doğu Akdeniz’de yaşayan tüm Rumları birleştirmeyi amaçladı ve sonraki on yıllarda sınırlarını yavaş yavaş genişletti.

19. yüzyılda Orta Yunanistan ve İyon Adaları’nı aldıktan sonra, 20. yüzyılın başında Girit’in kontrolünü ele geçirdi ve Birinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde patlak veren Balkan Savaşları sırasında Makedonya’yı ilhak etti. Bu büyümeye rağmen, aralarında İstanbul, Kıbrıs ve Batı Anadolu’nun da bulunduğu birçok önemli bölge ulaşılamaz durumda kaldı. Yunanlıların Anadolu’ya sahip olma rüyaları Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda yaşanan gelişmelerle hortladı.

Osmanlı İmparatorluğu savaşta mağlup olurken, Yunanistan gözüne kestirdiği Türk topraklarını işgal etmeye başladı. Ancak Yunan ordusu başlangıçta önemli kazanımlar elde ederken, Türk milliyetçileri güçlerini topladı ve kısa sürede harekete geçerek şanlı bir savaşa girişti. Ekim 1922’de Yunan ordusu yenilerek geri çekilmek zorunda kaldı. 24 Temmuz 1924’te Yunanistan ile yeni Türkiye Cumhuriyeti Lozan Antlaşması’nı imzaladı. Modern sınırlarını oluşturmanın yanı sıra, Ege’deki bazı adaların askerden arındırılması da yine Lozan Antlaşması’nın getirilerinden oldu. Ayrıca iki ülke nüfus mübadelesi konusunda da anlaşmaya vardı.

ATATÜRK DÖNEMİYLE BAŞLAYAN YENİ DÖNEM

Mübadele İstanbul ve Trakya’daki büyük topluluklar için istisnalar yapılmış olmasına rağmen, sonuçta Türkiye’deki neredeyse tüm Ortodoks Hıristiyanların ve Yunanistan’daki Müslümanların yer değiştirmesine neden oldu. Sonraki on yılda ilişkiler, Yunanistan Başbakanı Eleftherios Venizelos ve Ulu Önderimiz Mustafa Kamal Atatürk’ün önderliğinde hızla gelişti. İki ülke, bir dizi ikili anlaşmanın yanı sıra 1930’da Dostluk, Tarafsızlık, Uzlaşma ve Tahkim Antlaşması’nı, 1933’te ise Samimi Dostluk Paktı’nı imzalayarak ilişkilerini düzeltme adına büyük adımlar attı.1934’te ise Romanya ve Yugoslavya’nın da bulunduğu ortak savunma ittifakına dahil olundu.

Bütün bu olumlu gelişmelere rağmen İkinci Dünya Savaşı sırasında ilişkiler tekrardan bozuldu. Yunanistan, Mihver güçleri tarafından istila ve işgal edilmesine rağmen Türkiye, savaşın son günlerine kadar tarafsız kaldı.

Fakat ikili ilişkilerdeki kötüleşme seyri 1952’de ortaya çıkan Soğuk Savaş’ta son buldu ve iki ülke, Batı savunmasının temel direği olan Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’ne (NATO) katıldı. Dalgalı bir seyir izleyen ilişkiler 1950’lerin ortalarında tekrar gerildi.

Yunanistan, Oniki Ada’yı 1947’de İtalya’dan almış olsa da sahiplenilmemiş son bir bölge kaldı. Sonraki yıllarda adını sık sık duyacağımız bu bölgenin adı Kıbrıs’tı…

“AYŞE’NİN TATİLİ” VE İKİLİ İLİŞKİLERDEKİ GERGİNLİK

1878 yılında Osmanlılar tarafından İngiliz sömürge yönetimine geçen Kıbrıs, Lozan Antlaşması hükümlerine göre daha önce İngiltere’ye bırakılmıştı. Ancak Kıbrıs Rum halkının Yunanistan’a katılmasına izin verilmesi yönündeki ricalarına rağmen Londra bunu reddetti. Nihayetinde, Nisan 1955’te Britanya’yı Yunanistan’la birleşmeye zorlamak için silahlı bir kampanya başlattı. Bu durum Kıbrıslı Türklerinin, adanın iki ülke arasında bölünmesini istemesi ve İstanbul’da Yunan karşıtı isyanların çıkmasıyla, Yunanistan ile Türkiye arasında anında gerginliğe yol açtı. Kıbrıs’ta bir iç savaşın Yunanistan ve Türkiye’yi de içine çekerek NATO’nun kritik kanadını baltalayacağına dair korkular artarken, Atina ve Ankara bir uzlaşmaya vardı.

Ağustos 1960’ta Kıbrıs, toplumlar arasında İngiltere, Yunanistan ve Türkiye tarafından garanti altına alınacak bir güç paylaşımı anlaşmasına dayalı bağımsız bir cumhuriyet haline geldi. Kıbrıs’ta yaşanan olaylar Atina ile Ankara arasındaki ilişkileri zayıflatmış olsa da geçmişteki iyi ilişkilere dönüş umutlarını yeşillendirdi. Ancak bu umutlar da kısa sürdü. Aralık 1963’te Kıbrıs’ta anayasal düzenlemeler bozuldu ve Rum katliamları başladı.

BM Barış Gücü adadaki durumu kontrol almak için göstermelik bir rol üstlenmişken, Türk ve Rum unsurlar arasında olduğu gibi Atina ile Ankara arasında da gerginlikler hat safhaya ulaştı. Ancak kırılma noktası on yıl sonra gelecekti. Temmuz 1974’te Yunanistan’ı yöneten askeri cunta, birleşmeyi sağlamak için son çare olarak Kıbrıs cumhurbaşkanını devirdi. Türkiye’de anayasal düzeni koruma hakkını kullanarak “Ayşe’yi tatile çıkarttı.”

Türk askerleri başarılı bir operasyonla, 20 Temmuz’da adanın üçte birini kontrolü altına almayı başardı. Kıbrıs, o günden bugüne kadar Yunanistan ile Türkiye arasında temel bir çekişme noktası olmayı sürdürüyor. Bu arada, özellikle 1970’lerin başında Ege’de petrol bulunmasının ardından diğer bölgelerde de gerilimler ortaya çıktı. Türkiye, kıta sahanlığının, yani deniz tabanının Anadolu Yarımadası’nın bir uzantısı olduğunu savunurken, Yunanistan, bunun Yunan adalarına ait olduğunu iddia etti. Yunanistan konuyu Uluslararası Adalet Divanı’na götürmeye çalıştıysa da Mahkeme, Türkiye’nin onayı olmadan davayı görme yetkisinin bulunmadığına karar verdi. Bundan sonra birçok yeni sorun daha ortaya çıktı. Bunlar arasında karasuları ve hava sahası konusundaki anlaşmazlık da vardı.

EGE’DEKİ ADALAR PROBLEMİ

Lozan Antlaşması uyarınca Yunanistan’a üç deniz mili izni verilmişti ve bu izin daha sonra 1936’da altı mile çıkarıldı. Ancak 1983 tarihli BM Deniz Hukuku Sözleşmesi 12 mile kadar uzatılmasına izin verdi. Bunun Ege’yi bir Yunan gölü haline getireceğini savunan Türkiye, Yunanistan’ın genişlemesini savaş girişimi olarak kabul etti. Üstüne üstlük aynı zamanlarda Ege’de hava trafik kontrolü konusunda da yeni bir tartışma patlak verdi.

Ege’deki sahipsiz adaların militarizasyonu ve Trakya’daki azınlık hakları da Türk – Yunan ilişkilerinin temel problemlerinden biri. Bu durum, Türkiye’nin Ege’de petrol arama çalışmalarına başladığı Mart 1987’de yeni ve önemli bir krizin patlak vermesiyle doruğa ulaştı. Silahlı bir çatışmayı kıl payı önledikten sonra iki lider, 1988’de Davos’ta düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu’nda bir araya geldi ve ilişkileri geliştirme sözü verdi. Ancak toplantı iki ülke için yeni bir başlangıç ​​olarak kabul edilse de görüşmelerden elle tutulur bir sonuç çıkmadı. Hatta görüşmeler sonrası var olan sorunlara yenileri eklendi.

1996 yılında bir Türk gemisi Ege’de ıssız bir adacıkta dolaşıyordu. Yunanistan bölge üzerindeki egemenliğinin açık olduğu konusunda ısrar ederken, Ankara buna karşı çıktı. Bu, “Gri Bölgeler” meselesi olarak bilinen tartışmaların başlangıç fişeğini ateşledi.

ÖCALAN KRİZİ VE 27 AĞUSTOS DEPREMİ

1999’da bebek katili Öcalan, Kenya’daki Yunanistan Büyükelçiliği’nden ayrılırken tutuklanmasıyla yeni bir tartışma daha patlak verdi. Türkiye’nin en çok aranan adamı olan katilin Yunanistan elçilik binasında bulunması Ankara tarafından ihanet olarak kabul edildi. İki ülke çatışmanın eşiğinde iken, bundan sadece birkaç ay sonra Yunanistan ve Türkiye’nin iki büyük depremle sarsılmasıyla her şey değişti. Bu, Yunanistan’ın Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine adaylığı konusunda uzun süredir devam eden vetosunu kaldırma yönündeki önemli kararı da dahil olmak üzere, Atina ile Ankara arasında dramatik yeni bir yakınlaşma döneminin başlangıcı oldu.

1999’un sonlarında ikili ilişkilerde yaşanan gelişmeler uluslararası kamuoyunda memnuniyetle karşılandı ve sonraki yıllarda da ilişkiler önemli ölçüde gelişti. Bu zaman zarfında pek çok anlaşma imzalandı. Hükümetler arası işbirliği arttı. Hatta kıta sahanlığı konusunu ele alan istikşafi görüşmeler bile başlattıldı. Ancak Yunanistan, karasuları veya hava sahası konusunda tartışılacak hiçbir şey olmadığı konusunda ısrar etmeye devam etti. Bu arada kültürel bağlantılar, turizm ve ticaret arttıkça daha geniş ilişkiler de kurulmaya başlandı.

EGE’DEN GÖÇMENLER GEÇERSE…

2002 sonlarında Recep Tayyip Erdoğan ve AKP’nin ortaya çıkmasıyla ikili ilişkilerde yeni bir perde açıldı. O zamanlar her fırsatta Türkiye’nin AB üyeliğine olan bağlılığını vurgulayan Erdoğan, Yunanistan’la ilişkilere ve Kıbrıs’ın çözümüne öncelik verdi. Kıbrıslı Rumların BM çözüm planını reddettiği 2004 yılında yeniden birleşme çabası başarısızlıkla sonuçlanmış olsa bile Türkiye, 2005 yılında AB üyelik müzakerelerine başladı. Taraflar 2009’da bir Yüksek Düzey İşbirliği Konseyi oluşturmuş olturdu ve Ege kıta sahanlığı sorununun nasıl çözüleceğine dair bitmek bilmeyen görüşmelerde bulundular. Fakat bütün bu görüşmelerden dişe dokunur hiçbir çözüm çıkmadı. Bu arada Erdoğan’ın izlediği siyasette değişmeye başladı ve giderek Batı’dan daha da uzaklaştı. Türkiye-AB müzakereleri dururken Yunanistan ile ilişkiler de kötüleşti.

2015 yılında Ankara’nın bir milyondan fazla göçmenin Ege’yi küçük teknelerle geçmesine izin vermesi uluslararası kamuoyunda tedirginliğe yol açtı. Bundan sonra işler kötüleşmeye devam etti.

Erdoğan 2017’de, 65 yıl aradan sonra Yunanistan’ı ziyaret eden ilk Türk Cumhurbaşkanı oldu. Fakat resmi ziyaretlerden sonra Lozan Antlaşması’nın modernleştirilmesi çağrısında bulununca kızılca kıyamet kopuverdi. Dönemin Yunanistan cumhurbaşkanı bu fikri hemen reddetti. Bu arada, o yaz Kıbrıs sorununa yönelik bir başka girişim de başarısızlıkla sonuçlandı ve Ankara, iki devletli çözüm çağrısında bulundu. O tarihten bu yana, Türkiye’nin Akdeniz’deki toprak iddialarını giderek daha fazla dile getirmesiyle ilişkiler zayıfladı.

EGE’DEN “BARIŞ DENİZİ” ÇIKAR MI?

Türkiye, Libya ile Yunanistan’ın hak iddia ettiği alanı kapsayan bir deniz anlaşması imzalayarak Yunan adaları yakınlarında petrol arama çalışmalarına başladı. Ancak Yunanistan ve Türkiye’nin 2023’te Lozan Antlaşması’nın yüzüncü yılını kutlamasıyla birlikte işler değişiyor gibi görünüyordu. Yunanistan’ın hızla bölgeye acil kurtarma ekipleri göndermesiyle Türkiye’de yaşanan yıkıcı deprem bir kez daha yakınlaşmaya yol açtı. Aynı zamanda, bir kez daha seçilmek ve ülke içinde büyüyen ekonomik sorunlarla karşı karşıya kalan Erdoğan, Yunanistan da dahil olmak üzere Batılı ortaklarıyla ilişkileri düzeltmeye karar vermiş görünüyordu. İşte bu çerçevede, 7 Aralık’ta Yunanistan’a yaptığı kısa ziyaret ilişkilerde yeni bir başlangıç ​​olarak kabul edildi. Bu görüşmelerde Ege’nin “Barış Denizi” olması çağrısında bulunan ve hiçbir sorunun çözülemez olmadığını belirten Erdoğan, Yunan mevkidaşı Başbakan Kiriakos Miçotakis ile enerjiden tarıma kadar her şeyi kapsayan ikili bir anlaşmaya imza attı. Dahası bağlayıcı olmayan 10 maddelik dostane ilişkiler deklarasyonu üzerinde de anlaşmaya varıldı. Söz konusu deklarasyon siyasi diyalog taahhüdünü, güven artırıcı önlemler ve çeşitli alanlarda işbirliğine yönelik ortak bir eylem planı ile anlaşmazlıkların doğrudan istişareler yoluyla veya BM Şartı’nda öngörüldüğü şekilde diğer yollarla ve dostane bir şekilde çözme taahhüdünü içeriyordu. Ancak tüm bunlar ne kadar hoş karşılansa da yine de endişeler giderilmiş değil.

MİÇOTAKİS – ERDOĞAN YAKINLAŞMASINDAN BİR ŞEY ÇIKAR MI?

Kiriakos Miçotakis’in yakın zamanda gerçekleştirdiği Ankara ziyaretinde televizyonların karşısında Hamas’ı gündeme alarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı çıkması var olan endişeleri daha da arttırmış durumda. Yunanistan ve Türkiye arasındaki ilişkiler daha önce de bu tarz gerilimlere sahne oldu. Gerçek şu ki, Kıbrıs’ın yanı sıra çözülmemiş ikili meseleler de çözülmeden, yeni bir başlangıç ​​için yapılacak her türlü girişim -ne kadar memnuniyetle karşılansa da- ancak bir sonraki krize kadar sürecektir. Tüm bu nedenlerden dolayı ve gereğinden fazla olumsuz görünmek istememekle birlikte, bunun Akdeniz’deki iki komşu arasındaki uzun iniş çıkışlar döngüsünün sadece sonuncusu olduğundan şüphelenmemek de elde değil.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir