Bir Hatay yazısı: Bazı yaraları bayrak sarar

6 Şubat depremlerinin yıl dönümünde gazeteci ve akademisyenlerden oluşan bir grup ile Hatay’a giden Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nuran Yıldız gözlemlerini ve duygularını yazdı.

‘Bazı yaraları bayrak sarar‘ diyen Yıldız’ın Milliyet’te yayımlanan yazısı şöyle:
Adana Havalimanı’ndan Hatay’a doğru gidiyoruz. Araçta gazeteciler ve akademisyenler var. İşi araştırmak ve anlatmak olan kişiler bir aradaysa, orada asla sessizlik olamaz.

Espriler yapılır, kahkahalar yükselir. Bu kez tadı yok kimsenin. Daha önce kaç kez geldik, kaçı depremden önceydi, kaçı sonra konuşuyoruz.

Belli ki hiçbirimiz iyileşmemişiz, uzun süre de iyileşmeyeceğiz.

Gözlerimizi sağlı sollu uzanan yıkıntılardan kaçırmaya bahane arıyoruz olmuyor, yeniden molozlara saplanıp kalıyor bakışlarımız.

O yeryüzü kabusunun, 6 Şubat’ın yıl dönümündeyiz. Hatay’ın Amik Ovası’na yayılmış güzelim saçlarının tarumar oluşunun üzerinden

365 gün geçmiş. Saçlar taranmadan duruyor öylece. Bazısı cam kırıkları şeklini almış, bazısı enkazda salınan perde olmuş.

Pencereden akıp giden görüntüleri, Mustafa Kemal’in zihnime çivi gibi çakılmış cümlesi bastırıyor: “Milletime söz verdim, ‘Hatay’ı alacağım’ dedim, Milletim benim dediğime inanır. Sözümü yerine getiremezsem onun yüksek huzuruna çıkamam, (…) yaşayamam.” 1937’de Fransız Büyükelçinin yüzüne söylüyor. Milletine 1921’de verdiği sözü hatırlatıyor. Öldüğü güne kadar o sözü yerine getirmek için uğraş veriyor.

‘MAVİ VATAN’IMIZA KUCAK AÇIYOR

Stratejiler… Taktikler… Baş döndürücü bir iletişim yönetimi… Ve ölümü bile sözünü tutmasına engel olamıyor, 1939’da Hatay, zaten hep ait olduğu vatanın gövdesine bağlanıyor.

Mezopotamya’nın hayat fışkıran topraklarının Akdeniz’e açılan kapısı, “Mavi Vatan”ımızın dalgalarına kucak açıyor. Az ötesindeki ölüm tarlasına dönüşen Gazze’de, küresel akbabaların insan eti yemelerinin nedenlerini düşününce, Hatay yedi düveli kıskandıracak bir mücevher gibi duruyor.

Tez zamanda üzerine yığılmış molozu, toz toprağı silinmeyi bekleyen bir mücevher gibi.

Moloz yığınlarına bakarken bir önceki gelişimi düşünüyorum. Depremden 2 buçuk ay sonraydı, gece yarısı. Hatay’ın orta yerinde. Bir konteyner kentin tam ortasında bulduğum taşın üzerinde yaşamaktan utana utana oturuyorken. Acıdan çökmüş gözleriyle bir kadın karşıma gelip durmuştu. Bakışmıştık. “Yarın gideceksiniz ve buraları unutacaksınız” dedi fısıltıyla.

Elindeki çantasına sımsıkı sarılmasından, saçlarını tarama şeklinden belli ki güngörmüş bir kadındı. “Asla!” demiştim, unutulacak bir yıkım mı bu?

Hatay’da o kadını bulabilsem keşke. Gözlerine baka baka diyeceğim ki “Unutmadım, unutmadık!”

Kafamda türlü düşünceler, geceki yağmurun birikintilerine, çamurlara bata çıka gidiyor aracımız.

Hatay’ın acıdan donmuş görüntüleri arasında ilerliyoruz. Sokaklar tanıdık ama tanıdığım binalar yerinde yok. Yol kenarından gençler geçiyor, sanki tertemiz bir kentin parlak kaldırımlarında yürüyor gibi boş vermiş görünüyorlar. Boş vermeseler ne değişecek umursamazlığı belki de.

Annesinin elini tutmuş bir çocuk bileğine bağlanmış uçan balonuna gülümseyerek bakıyor.

Ne kadar zorlu olursa olsun önce çocuklar alışıyor koşullara. Hatay’a her gelenin uğrak yeri olan Uzun Çarşı’ya doğru yürüyoruz. Hatay’da hayatta kalmak ne kadar şans işiyse, hayatı sürdürmek de o kadar şans işi görünüyor.

‘BİZ BURADA DİRENİYORUZ’

Hayat depremden hemen sonra donmuş sanki. Yıkık pencerelerden dökülen camların üzerinden geçiyor, tepemizde uzanan kalaslar düşer mi diye gözüm onlarda. Foto muhabiri Yavuz, “Başımıza bir şey düşerse diye kaygılanırsanız, kaygısız yürüyecek bir sokak bulamazsınız burada” diyor.

Rahatlıyorum tuhaf bir şekilde. Kaldırımda yürüyen gençleri şimdi anlıyorum.

Uzun Çarşı beklediğimden kalabalık. Tohum satan Hasan’a da söylüyorum bunu. “Bu da kalabalık mı” diyor. Üzüldüğümü görüp ekliyor “Biz burada kâr etmek için çalışmıyoruz, direniyoruz sadece.”

Hatay’ı özetleyen cümle bu, tek kelimelik: “Direniyoruz.” Depreme, yıkıma, çamura karşı direniyor Hatay. Hayatta kalmak için içinde olduğu tüm olumsuzluklara direniyor. Çayırcı Hasan Usta’nın kapısında, humus müşterisi gözleyen Özlem Hanımın omuzuna dokunup kendimi tanıtıyorum. “İyiye gidecek diye bekliyoruz” diyor. Hatay bekliyor.

UZUN ÇARŞI DAYANIŞMA VE GÜZELLEŞTİRME

Derneği Başkanı Mehmet Gündüz bardağa doldurup uzattığı şalgamın parasını almıyor.

Israr etmek için minik dükkanına giriyorum.

“Ne güzel sizin dükkâna bir şey olmamış” diyorum.

Gülümsüyor, “Olmaz mı”” diyerek duvara astığı bayrağı tutup yukarı kaldırıyor. Altında Hatay depremi öylece duruyor. Kocaman bir delik, dökülen molozlar. “Bayrağımızla kapatıyoruz yıkılmış yerleri, bir şey olmamış gibi görünüyor” diyor.

Yaralarımız ne kadar büyük olursa olsun o yaraları bayrak örtüyor, iyileşmeyi bekliyoruz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir